Yönetmen Derviş Zaim: Sanat sineması, bindiği dalı kesti

Yönetmen Derviş Zaim: Sanat sineması, bindiği dalı kesti

Yönetmen Derviş Zaim, Türk sanat sinemasının seyirci kaybederek bindiği dalı kestiğini söyledi.


Yönetmen Derviş Zaim: Sanat sineması, bindiği dalı kesti

Yönetmen Derviş Zaim, Türk sanat sinemasının seyirci kaybederek bindiği dalı kestiğini söyledi. Seyircinin günden güne eridiğini belirten Zaim, "Bütün bu sürecin böyle olmasında tek tek hepimizin suçu var. Halbuki sinemanın seyirciyle barışık olmasının yollarını araması lazım." diye konuştu. 


Derviş Zaim'in insan ve doğa ilişkisini konu alan üçlemesinin ikinci filmi 'Balık' yarın seyircisiyle buluşacak. Adana Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Senaryo ödülü alan film, bugün Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde görücüye çıkıyor. Zaman Gazetesi'nden Yusuf Bülbül'e konuşan Derviş Zaim, 'Devir' filmi ile başladığı insan ve doğa ilişkisini neden seçtiğini, sanat sinemasının geleceğini, eleştirel film yapmanın zorluklarını ve filmleriyle nasıl konuştuğunu anlattı. Zaim'in sorulara verdiği cevaplar şöyle: 

Balık, insanın doğadan 'vermeden daha çok nasıl alırım?' sorusuna bir cevap. 'Devir' ile başlayan ve insan-doğa ilişkisi üzerine yeni bir üçleme mi? 

"Birkaç film daha yapmak niyetim var. En azından bir film daha yapmayı düşünüyorum. Bu ikincisi..."

Üçüncü film de doğa ve insan üzerine mi olacak?

"Evet. Çünkü insan ve doğa ilişkisi bana göre şu an insanlığın çözmesi gereken en önemli sorunlardan bir tanesi. Belki de en önemlisi. İstihdam, büyüme paylaşım, işsizlik bütün bunlar gelip eninde sonunda doğayla olan ilişkimizin nasıl olacağı meselesine dayanan konular. Dolayısıyla insanlığın doğa ile olan ilişkisi sadece rasyonel olarak değil, kalbiyle de ele alınması gerekiyor. İşte film, bu noktada devreye girmeli. Film, bu kadar hoyrat olduğumuz bir konuda bize bazı sorular sorabilir. Benim yapmaya çalıştığım şey de bu..."

Sinemada bu tür özgün konuları senaryolaştırmak ciddi bir risk değil mi?

"Risk tabii ki. Ama kesinlikle çekilmesi gerekiyor. İnsanlığın en önemli problemi doğayla ilişkisinin nasıl olacağı. Bu tip meseleler gelişmesini tamamlamış ülkelerde gündeme gelir. Çünkü iş işten geçmiştir ve gelişme tamamlanmıştır. Çünkü kömürle olan ilişkilerini bitirmişlerdir. Petrolle olan ilişkilerini bitirmişlerdir. Doğayı kirletmiş ve katletmişlerdir. Ondan sonra akıl başa gelir ve ondan sonra da şapkalarını önüne alıp 'biz ne yaptık?' diye düşünmeye başlarlar. Oysa gelişmekte olan ülkelerde bu sorular lüks sorun olarak addedilir."

Gelişmekte olan ülkelerin çevreci bakış geliştirmesi zor mu diyorsunuz?

"Şöyle ki; insanlar kendilerine önce bir karnımız doysun, sonra başka şeyleri düşünürüz derler. Ama karınları doyup da ortalıkta ormanların kesildiğini, madenlerin tükendiğini gördüklerinde, 'şimdi karnımız doydu, başımızı sokacak yerimiz de var ama biz ne yaptık doğaya?' diye sormaya başlarlar. İşte iş işten geçmeden, bu soruları sormak lazım. Bu yüzden bu filmler ve hatta 'Balık' filmi var. Üç-beş gün önce bir gazetede gördüğüm haberi söyleyeyim; ülkemizde de zehirle avlanma pek bilinmiyor. Ama yaygınlaşıyor ve maalesef var."

Gazete haberinden bahsettiniz. Senaryoda ilham aldığınız herhangi bir olay var mı?

"Üç-beş hikâye var beni etkileyen. O hikâyelerin anekdotların, durumların, benim okumalarımın bir araya gelmesi sayesinde senaryo ortaya çıktı. Mekânın kendisini görünce daha evvel yazdığım senaryoları bir kenara bıraktım. Bursa /Gölyazı'da karar kıldım. Yine bir arkadaşımın yaşadığı olay beni etkiledi. Arkadaşım, oğlunun ölen balığının aynısını bulmak için kasaba kasaba Karadeniz'de dolaşmış. Bu ya da buna benzer hikâyeler benim bu senaryoyu bir araya getirmemi kolaylaştırdı. Bir değil, birçok kaynak var. Balık ölümleri doğayı katledişimiz.. Bunlar bana batıyordu.. Her şeyi içeriğe indirgemek istemiyorum. Biçimsel olarak da bir şey denemek istedim. Bu filmde de bir biçim arayışı, bir deneme var."

Bir önceki filminiz Devir'de de doğa-insan ilişkisine odaklanmıştınız. Bu anlamda Balık nasıl bir tamamlayıcı oldu?

"Devir'de de benzer bir form anlamında biçim anlamında denediğim bir şey vardı, hem de slogan atmadan söylemeye çalıştığım bir şey vardı. O da şuydu; doğaya bir şey verirsen, sana cömert davranır... Bu filmde doğayla ilgili olarak insanlara bindiğin dalı kesmeye başladığın anda nelerin olabileceğini soruyoruz."

Biçimsel arayış ve deneysel sinemadan bahsettiniz. Balık, bu arayışınıza yani filmografinize ne kattı?

"Filmografimi şöyle görüyorum ben: Bir yere doğru giden kompartımanlar olduğunu söylemek mümkün. Bir trenin kompartımanları gibi, geleneksel sanatlara dayanarak yapmaya çalıştığım filmler, kompartımanlardan birini oluşturuyor. Şimdi ise sanki başka bir kompartımana geçtik gibi duruyor. Ama kompartımanın içindeki eşyalar birbirlerine benziyor. Masalar, döşemeler birbirine benziyor. Farklı kompartımanlarda devam eden bir şeyler var. Balık'ın kendisinden çok daha farklı tarzda bir şeyi işaret ettiğini söylemekle yetineyim... Gerisini meraklı olan seyirciye bırakayım."

İnsanın doğayı tahrip etmesi dediniz de; betonlaşma, yeşil alanların tahribatı, bunlar da bir katliam değil mi?

"İnsanlık, dediğim gibi hep doğadan bir şey almak, onu dönüştürmek ve daha farklı bir yere getirmek istiyor. Ama burada da bir paradoks var; ne kadar doğadan alıp sözüm ona uygarlığına taş üstüne taş koymaya kalkışırsan, bir şeyi eksiltiyorsun. Eksilen şeylerden bir tanesi de senin hayatın oluyor. İnsanların toplam hayat kalitesinde, eskiyle kıyaslandığında düşmelerin olduğunu düşünüyorum."

Sizi bu düşünceye iten şey ne?

"Mesela, çok daha iyi olduğunu düşündükleri toplu konutlarda yaşıyorlar ama daha yaşlı kuşaklara bakıldığı zaman özellikle kırsal kesimlere geliyorsa 'romatizmalarım bu evlerde azdı. Kerpiç evler daha iyiydi' diyor. Ama kerpiç 5 bin senenin tecrübesiyle oluşturulmuş bir şey. Kerpiç, nemle ilgili sıcaklıkla ilgili senin daha önce deneyimlerinden süzülerek sana nefes alan bir yapı sunuyor. Sen onu bırakıp da toplu konuta çıktığında kafana naylon poşet yerleştirmiş gibi oluyorsun. Bu kaba bir örnek ama bizim doğayla ilişkimizdeki eski kadim bilgeliğimizi kaybettiğimizi sadece alma ilişkisi üzerine kurulan bir alışverişin eninde sonunda insanı duvara çarptıracağını söylemeye çalışıyorum... Söylemeyi görmeyi bilen birine doğa her zaman bir şeyler fısıldar. Meşrebince fısıldar. Vote gibi aydınlanma filozofları için bahçe ile uğraşmak doğaya bakmak kendi meşreplerince başka bir anlam ifade ediyor. Onlara göre aklı bulmak için bir vasıta bile oluyor doğa ve bahçe. Doğaya bakmak her insanın kendisinden bir şeyler bulabileceği hatta zamanla kendisini değiştirebileceği öylelikle dünyayı da dönüştürebileceği bir egzersize bir tefekküre de gidebilir. Ne güzel olurdu öyle bir şey olsa."

Geleneksel sanatlar, doğa insan ilişkisi... İnsanlara bir şeyler anlatmak derdindesiniz. Bir sinemacı olarak bu tür konuları gündeme getirmekteki temel amaç sadece bir arayışın eseri mi?

"Türk sinemasında Kıbrıs ile ilgili üç-beş filmden birkaçını ben yaptım. Doğayla ilgili üç-beş filmden birkaçını ben yaptım, yapacağım, yapıyorum. Allah'a şükür. Bunlar bana sadece ve sadece gurur verir. Bunları yapmak kolay oluyor mu, olmuyor. Bunları yapmak kan, gözyaşı, ter anlamına geliyor mu, geliyor. Ama bu da benim kendi seçimim. İnsanlar başlarına ne geliyorsa başka türlü şey gelemeyeceği için o hayatı yaşarlar. Bu da belki benim kaderim. Filmlerim bundan ibaret değil. Başka çeşit işler de yapacağımı biliyorum. Hayatın neleri getireceğini bilemeyiz. İnşallah ben de daha farklı işler yapma gücünü kendimde bulurum diye umut ediyorum."

Deneysel, biçimsel derken nereye gidiyor Derviş Zaim sineması?

"Çokluk içindeki birliğe benziyor. O çokluğu, o karnaval havasını önemsiyorum. Bütün bu çokluk, renklilik içindeki birlik de, benim önemsediğim şeylerden bir tanesi. Bu sürecin kendisi, bu çokluluk, bu gittikçe açılan dönen dolaşan bezeme gibi devam eden duvarlar ve sütunlar boyunca giden bu örüntü benim hoşuma gidiyor. Örüntünün kendi içindeki değişik motifler, değişik renkler ve bu değişikliğin, ileride bana vaat ettikleri hoşuma gidiyor. Bu örüntünün peşinden gidiyorum, bu örüntünün bir ipini, ipliğin bir kenarından tutup sonunun nereye gideceğini ve beni nereye götüreceğini merak ediyorum. Süreç böyle devam ediyor, umarım böyle devam eder."

Bu çokluk içindeki birlik size ve sinemanıza ne katıyor?

"İnsan değişir, dönüşebilir. İyi ki de böyledir. Muhtemelen beni de değiştiriyordur. Bir zamanlar yaptığım filmlere baktığım zaman ve onların seninle konuştuğunu görmek en büyük zevktir. Bazen filmler sizinle konuşmayı bitirir. Eski filmlerden bahsediyorum. Filmler sizinle ilişkilerini keserler. Küser size filmler. Siz de onlara küsebilirsiniz. Artık konuşacak bir şey kalmaz. Bitmiş bir ilişkiye dönüşür film. Eğer devam ediyorsa ya da bitmiş bir ilişki yeniden başlayabilir. Öyle işler yapıyor olursanız, sizden daha mutlusu yoktur. Bu ne anlama geliyor? Siz değiştiniz dönüştünüz yada hayat bir şeyleri değiştirdi sizinle ilgili siz bir zamanlar düşünmediğiniz şeyleri filmlerinizde görmeye başladınız demektir... Siz filmle başka bir platformda tekrar ilişkiye geçtiniz demektir. Bu da insanı besler. Bir zamanlar yaptığın ve bir süre beğenmediğin filmi artık beğenmeye başlarsın. Bir zamanlar yaptığın beğendiğini de artık hiç beğenemiyorsun. Bunlar güzel şeyler. Çünkü hayat değişir. O olmakta olan oluş hali binim hoşuma gidiyor. Filmlerimi okurken de böyle bir oluş halinin olması hoşuma gidiyor.. Yarı amatörlerin yaptıkları, maymun iştahlılıklardan bahsetmiyorum, iş biter memnunsunuzdur ama karşılaşmalarınız hayata bakışınız, hayatı görüşünüz yaşadıklarınız nedeniyle değişebilir dönüşebilir. Bu nedenle oluşan o çoğul okumadan bahsediyorum. Filmlere ilişkin çoğunluktan bahsediyorum. Filmlerim beni yaratır, ben de filmlerimi yaratırım. Bu karşılıklı birbirini çizen iki el."

Derviş Zaim sineması bir dil oluşturdu. Bu dilin halkta, kitlelerde karşılık bulduğunu düşünüyor musunuz?

"Tabutta Rövaşata ile başlayan süreç çok farklı yerlere giderek devam ediyor. Çok farklı duraklarda duruyor. Bu da beni mutlu ediyor. İnsanlar kimileri benim filanca dönemimi daha çok sevecektir, kimileri daha farklısını seveceklerdir. Bunlar zenginlik. Elbette bu dönemler arasında bir bel kemiği omurga olacaktır. Arayan, bulmak isteyen bu omurgayı bulur. İnsanların da kendi meşreplerince filmlerimden bir şeyler aldıklarını görmek beni mutlu ediyor. Bazı yönetmenler vardır, hayatları boyunca hep aynı filmleri yaparlar. Bunun kimseye bir zararı yoktur. Yönetmene de millete hatta gazetecilere de faydası vardır. Çünkü bilirler ki bu yönetmen bir film yaptıysa teması şudur, stili budur, onun hakkında yazmak da çok kolaydır. Adam iletişimsizlik üzerine yazar stili milimalisttir, şehirlerde çeker, şöyle yapısı vardır, böyle yapısı vardır. Ama kötü yapmıştır iyi yapmıştır gibilerden şeyler onun hakkında düşünürler yazarlar. Bu da bir kolaylıktır. Ben böyle değilim. Ben her defasında yürüdüğüm yolu, şu ya da bu şekilde farklı patikalardan geçerek zenginleştirmekten hoşlanıyorum. Farklı yerlerden gidiyorum ama yaptıklarımı birbiriyle hiç alakası olduğunu söylemiyorum. Gene birbirlerini tamamlayan bir kimyasal bağ, tutkal elbette var. İşte bu birlik içindeki farklılık, önemsediğim şeylerden biri. Bu form arayışı ve de içerikle birleştirilebilen form arayışı, benim filmografimde hoşlandığım şey."

Tabutta Rövaşata ile Filler ve Çimenler, politik sinemaya iyi örneklerdendi. Peki günümüzde politik sinemayı nerede görüyorsunuz? Şu an için benzer filmler çekilebilir mi?

"Çok protez tarafı olan film yapmak o kadar kolay değildir. Çünkü protez tarafı olan filmleri yapabilmek için gerekli bağımsız finansmanı, kaynakları bulmak, bunları yeterli oranda bulmak o kadar kolay değildir. Bağımsız finansmanı bulduğunuzu varsayın, hacmi ve büyüklüğünün yeterli miktarda olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Bağımsız finansman bulamadığınız zaman kendinizi muhtemel kısıtlamalardan nasıl koruyacağınız sorusu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla ayakları yere basan ama özgür olan bir protez film, alternatif film ve hatta eleştirel filmi yapmak günden güne zorlaşıyor."

Bağımsız, eleştirel sinemayı yaşatmak için ne yapmak gerekiyor?

"Şöyle yapmak daha akıllıca; milletin daha kolay kabul edebileceği paradigmaları seçip, onlar içinde kalarak protez film yapabilirsiniz. Mesela Kürt hareketi var. Kürt haraketinin bir bireyisiniz. Bu hareketin içinden geliyorsunuz, Kürt hareketiyle ilgili, onun geçirdiği deneyimlerle ilgili film yapmak istiyorsunuz. Kaynaklarınız muhtemelen tali ya da kısmî Kürt kaynaklı işler olacaktır. Eğer bütünüyle Kürt paradigmasından bakan bir iş yapmak istiyorsanız. Aynı şeyi İslamcılar için de söylemek gerekir. Aynı şeyi solcular için de söylemek gerekir. Tabii gerçekte bu saydığım noktaların arasında yaşayan yani gri bölgelerde yüzen çok sayıda insan var. Yani devletten kısmen para bulup bunu kısmen metaforlarla, sembollerle gizleyip eleştirel bir film yapabilirsiniz. Belli bir kamp da size yardım eder, onun da desteğiyle işinizi bitirir, protez damar içinde yerinizi alırsınız. Genelde Türkiye'de yapılan işler böyle oluyor. Böyle yapılarak bazen etliye sütlüye karışılabiliniyor. Her zaman sanatın şaşırtıcı olan tarafı da bu. Hiçbir zaman bir artı bir eşittir iki gibi bir formülü yok sanatın.

Bazen garanti dediğiniz şeyden çok berbat şeyler çıkıyor. Olmayacak dediğiniz şeylerden güzel şeyler çıkıyor. İşin doğasında böyle bir hoşluk var."

BASKI ORTAMI, YARATICILIĞI KIŞKIRTIR

Sanatın ülkemizde özgür olduğunu düşünüyor musunuz?

"Kendini ifade etmek isteyen adam, her yerde her zaman ifade eder. Ben ona inanıyorum. İspanyol sinemasının en güzel yapıtları Marco dönemindeki sansürde ortaya çıktı... Sovyet sineması o baskı ortamı içinde en güzel, en olağanüstü yapıtları üretti. Türkiye'deki ifade özğürlüğünün oranının ne olduğu başka bir tartışmanın konusu. Elbette bununla bağlantılıdır ama başka bir platformun tartışmasıdır. Çünkü ben şahsen kısıtlamalarda yaratıcılığı kışkırtan bir şey olduğuna inanırım. Eğer bir yerde sınırlama varsa orada yaratıcılık kışkırtılabiliyor..."

Sinemaya bir şeyler öğrenmek için değil, eğlenmek için giden bir ülkede yaşıyoruz. Bu anlamda sanat sinemasının işi zor diyebilir miyiz?

"Yaptığım filmlerin içeriğine bakarsanız bir seyirci gözetme tavrı olduğunu göreceksiniz. Tek plan olarak çektiğim Nokta filminde bile, bir seyirciye gel otur şu filmi izle, sıkılmadan çıkacaksın tavrı vardır. Halbuki izlenmesi en zor filmim olarak görülmesine rağmen. Tek plan olduğu için Nokta örneğini seçtim. Dolayısıyla yaptığım filmleri, sadece ahkâm kesen, ders veren filmlerden ibaret olarak görmek istemem. Görülmesini de istemem. Çünkü, haz vermek, millete keyif vermek, sıkılmadan izlenmesi önemli bir boyuttur filmlerimde. Bunu gözetirim ve bunu bir düstur olarak kabul edip buna göre inşa etmeye gayret ederim. Filmler çok fazla gişe yaparlar yapmazlar o ayrı bir şey. Böyle bir tavrım vardır. Bir şeyi seyirciyle paylaşmak. Onları bir yerlere çağırmak, her zaman sıkıcı olmak anlamına gelmemelidir. Aksi takdirde seyircinizi kaybedersiniz. Türk sinemasının önemli handikaplarından biri, seyirciyle iletişim kurmakta zorlanmasıdır. Özellikle Türk sanat sinemasının."

Seyirci kaybı sanat sinemasını nasıl etkiliyor?

"Seyirciyi kaybettiğinizde bir sonraki filminizi yapmak için ya bakanlığa gideceksiniz ya da olmadık duaya amin deyip sponsor aramaya başlayacaksınız. Halbuki kendi seyircinizi yaratmaya başladığınızda kendi seyirciniz sizin filmlerinize gelmeye başladığında ortaya daha farklı bir şey çıkacaktır. Siz kendi seyircinizi oluşturmuş, dolayısıyla kendi seyircisiyle film yapmaya devam edecek adam konumuna ulaşırsınız. Bu da sizi yarı bağımlı halden çıkarır. Daha özgür bir adam haline getirir. Ben seyirciyle ilişkimin, bir barış ilişkisi içinde olması gerektiğini söylüyorum. Ama bu barış ilişkisi çadır tiyatrosu yapalım anlamına gelmiyor. Seyirciye gel yanıma otur şöyle, sana bir şey anlatacağım diyeceksin, onu sıkmadan anlatacaksın. Anlatmaya çalıştığın şey de çayın şekeri gibi görünmez olacak. Çayını içecek, içindeki şekeri hissedecek ama o şeker görünmez kıldığın için çok daha kolay içilebilecek. Fark edilmeden seyirciye verilen şey en iyi şeydir."

Peki sanat sinemasının seyirci sorunu yaşamasında suç kimin?

"Benim filmlerimde yapmaya çalıştığım budur. Gerek form arayışı gerekse biçim arayışı gerekse bunların birleşmesi söz konusu ediliyor ya bunların peksemet gibi değil, bir şerbet gibi seyirciye verilmesi gerektiğini bilirim. Aksi takdirde sinemacı olarak bindiğimiz dalı keseriz ve ne yazık ki Türk sanat sinemasının başına bu geldi. Türk sanat sineması bindiği dalı kesti, seyirci günden güne eridi, 20 binlerden 3-4 binlere düştü. Bütün bu sürecin böyle olmasında tek tek hepimizin suçu var. Halbuki sinamanın seyirciyle barışık olmasının yollarını araması lazım. Seyirci her şey değildir ama seyirciyle barışık olmayı da başarmak gerekir. Kesilen bilet sayısıyla yaşayanlar elbette olacaktır. Onlar önemlidir. Kemal Sunal bu yüzden önemlidir. Cem Yılmaz bu yüzden önemlidir. FKM'nin yaptığı işler bu yüzden önemlidir. Bunun yanı sıra, her şeyi kesilen bilet ile de ölçmemek lazım. Türk sineması bu farklı yönelimleri, bu farklı sinemaları bir arada tutabilirse çok sağlıklı bir iş yapmış olacaktır."

Sizin kriteriniz, çıtanız var mı?

"Filmden filme değişebilir. Bazen öyle bir film yaparsınız ki bu anca anlayana sivrisinek sazdır, bazen daha farklı iş yaparsınız buna seyirci gelir dersiniz. Bunun gişesi olur dersiniz. Standart bir şey söylemek mümkün değil. Ama şunu söyleyim; hepimizin tüm Türk sineması, kombine bilet alırsınız ya maçlara, Ali filmini çıkaracak, Veli filmini çıkaracak bilecek ki 40 bin seyircisi var. Hüseyin filmini çıkardığında 35 bin diyecek. Üstüne gelirse ne âlâ. Böyle bir şey yaratsak olağanüstü bir şey olacak. Ama bu bindiğin dalı kesmekle ile olmaz. Bindiğin dalı keser, seyirciyi küstürürsen, bir zamanlar 20-30 bin gelen seyirci gelmez. Sen seyirciyi küstürmezsen aynı seyirci tüm filmlere gideyim, bunu da beğenirim belki diyerek 40-50 bin seyirci gelirse ne âlâ. Borçlarını ödersin, yola devam eder bir sonraki filmini daha kolay çekersin."

Siz gelenekten besleniyorsunuz ama toplum hızla değişiyor. Yeni jenerasyona gelenekseli nasıl sevdireceksiniz?

"Bir teoriye göre gelenekle ilgili yapılacak şeyler yapıldı bitti. Karagöz'ü Ramazan'dan Ramazan'a hatırlıyorlar. Bunun dışında Karagöz'ün esamesi okunmuyor. Ben, 'Gölgeler ve Suretler'de Karagöz'ün esamesini farklı bir bağlamda okumaya çalıştım. Gelenek bana bu çağda nasıl seslenebilir sorusu önemlidir. "Geleneğin bazı yapılarını alıp nasıl dönüşüme uğratabilirim sorusu önemlidir. Benim gelenekle kurduğum ilişki bu çağa bağlı kalmında nasıl tevarüs edebilirim ilişkisi. Yapmaya çalıştığım şey de budur. Bu çağın silahlarıyla eskiye bakmaya çalışırım. Benim yapmaya çalıştığım bu. Geleneği bir şekilde yeniden yorumlamaya gayret ediyorum.

İlk çıktığında filmler değişik nedenlerden dolayı bir patlama biçiminde çıkmıyorlar. Ama o patlamalar uzun zamana yayılarak benim filmimde devam ediyorlar. DVD'si sürekli satan insanlardan biriyim. Sürekli keşfederler ve yeni keşfederler. Tekrar keşfederler. Bir anda milyonlarca seyirci olmayabilir ama benim filmlerin yavaş yavaş gelir. O film kendisine çağrır zaten. Ne diyelim korsanın gözü kör olsun."

 

DİĞER HABERLER

Adana
Adana'da kadın cinayeti!
3 Kasım 2024 Pazar