Gazette Gazetesi İmtiyaz Sahibi Fatma İnci Gül’ün moderatörlüğünü yaptığı “İnci Gül ile Biz Bize” canlı yayın programının geçen haftaki konuğu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Burhanettin Bulut oldu. Adana’nın ve ülke geleceğinin konuşulduğu programda Bulut, “Adana eski Adana değil. Nitelikli göç veriyor, yoksulluk oranı çok yüksek. İşsizlik oranı çok yüksek. Özellikle genç işsizlikte çok yüksek sıralarda, gelecek vaat etmiyor. Diğer illere göre çok gerideyiz. Geride olması Adana’ya yakışmıyor, hak etmiyor” dedi.
İşte YouTube,
Facebook ve Twitter’dan canlı yayınlanan o keyifli program;
Adanalılar sizi
yakından tanıyor. Bir de Gazette TV izleyicileri için kendinizden biraz
bahseder misiniz, Burhanettin Bulut kimdir?
1970 doğumluyum. İlkokulu Denizli İlkokulunda okudum. Sonra
Erkek Lisesi’ni bitirdim. Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirdim.
Mezun olduktan sonra Adana’da eczane açtım. 10 sene kadar Eczacılar Odasında
başkanlık yaptım. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevlerde bulundum. Oda
başkanlığından sonra CHP’de Çukurova ilçesinde meclis üyeliği, il başkanlığı ve
şu anda da milletvekilliği yapmaktayım. Eşim de eczacı ve 2 tane de çocuğumuz
var.
Milletvekili
seçildikten bu yana Adana’mızın sorunlarını TBMM kürsüsünde dile
getiriyorsunuz. Bu çabanız hükümet kanadında hangi oranda değerlendirmeye
alınıyor?
Aslında Adana’yı Ankara siyasetinin dışında görmeye
çalışıyoruz. Adaylık öncesi ya da il başkanlığı dönemimde de hep ifade ettim;
Adana’nın geçmişle mukayese edilmeyecek sorunları var. O yüzden Adana’yı
siyasetin dışında ele almak lazım. Diğer partilerin milletvekilleri de dahil
Adana’ya ilişkin yapabileceğimiz ne olursa olsun siyaseti bir kenara bırakıp,
bize düşen ne görev varsa bunu yapmaya hazırız dedik. Çünkü Adana diğer
şehirlerle mukayese edildiğinde çok geride. Hem iktidar partisinin yönettiği
illere hem de diğer partilerin yönettiği illlere baktığımız zaman Adana çok
geride. Geride olması Adana’ya yakışmıyor, hak etmiyor. Kayseri, Konya hatta
Mersin dahil olmak üzere iktidar partisinin belediyelerinin olduğu yerlerde
önemli projeler ortaya koydu. O projeleri de kısa sürede hayata geçirdi ama
Adana, bu konuda çok geride kaldı. Örneğin yeni yapılan stadyum. 2-3 sezona
bitecek derken daha yeni açılıyor. Metro merkezi hükümet tarafından alınmış
durumda ama Adana’da Hafif Raylı Sistem, Adanalının kamburu halinde. Hem yön olarak doğru bir yönlendirme değil
hem de borçları açısından kambur durumunda. Mesela Adana’da çok güzel bir
havalimanı var. Çok küçük yatırımlarla büyütülebilecek bir havalimanı olmasına
rağmen Mersin’e taşınacak. Yapılacak havalimanı bölgesel değil. Bu da süreç
içerisinde bu havalimanının oraya taşınacağını gösteriyor. Sebebi de 5 yıl içerisinde
Adana Havalimanında ortalama yolcu sayısı 5 milyon civarında. Yani ciddi bir
artış yok. Gelecek havalimanı da 12 milyon yolcu kapasiteli olarak planlanıyor.
Yani ihaleye verdiğinizde bu kapasite üzerinden ücretlendirilecek. E böyle
olunca da iki havalimanı olacak ve biri 5 milyon, diğeri 12 milyon kapasiteli
olacak. Dolayısıyla Adana’daki havalimanının ekonomik olarak kapanacağını
gösteriyor. Bu anlamda Adana iyi bir liderlikle yönetilememiş. Eskişehir
örneğinde vereceğimiz gibi. Ayrıca mevcut iktidar, Adana’ya üvey evlat
muamelesi yapmış. Bu nedenle Adana ile ilgili ne gelirse biz, her türlü desteği
vereceğiz. Hiçbir parti ayrımı yapılmadan Adanalılık ruhunun uygulanması
gerekiyor.
Adana açısından
baktığımızda, 15 milletvekilinin hep birlikte hareket etmemesinden
kaynaklanıyor olabilir mi?
Biz, seçilmeden önce de söyledik, şimdi de söylüyoruz. Bu
konuda bir şüpheye, eksikliğe düşmeyin biz hazırız diyoruz. Bu konuda bir
girişimde bulundular mı, bulanmadılar. Mesela bir önceki valimiz, Adana’da sel
felaketi yaşandığında eski bakan, belediye başkanlarıyla bir araya geldi, bizi
çağırmadılar. Biz felaketin olduğu bir zamanda bile bir araya getirilemiyorsak,
demek ki burada bu ülkeyi yönetenler, ilin mülki amiri o görevi yapmıyor. O açıdan evet, sorduğunuz sorunun da etkisi
var ama bu konuda yetkili olanlar da yapmıyor. Bir 5 sene sonra Adana’ya dönüp
baktığımızda benim yaptığım eleştiriler gibi bir eleştiri yapılır ise, işte o
masada o gün kimler toplanmış ise, onların sorumluluğundadır. Çünkü o çağırma görevi,
bir anlamda icrada olanların da sorumluluğunda. Ben bu durumu çok dert
etmiyorum, tespit açısından söylüyorum. Merkezi hükümet tarafından da yeterince
destek görmedi. Ben diyorum ki, ‘’Bu yaşandı ama bundan sonra yaşanmasın. Biz
de gerekli katkıyı verelim. Adana eski Adana değil. Nitelikli göç veriyor,
yoksulluk oranı çok yüksek. İşsizlik oranı çok yüksek. Özellikle genç
işsizlikte çok yüksek sıralarda, gelecek vaat etmiyor. Gelin burada bize ne
görev düşüyorsa yapalım.’’ Örneğin 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü merkezi
hükümet aldı, biz memnun olduk. Kimin başarısı ise tebrik ediyoruz. Eğer
Adana’ya hizmet veriliyorsa ve bu konuda da birileri çaba harcıyorsa ona
yürekten teşekkür ederiz. Çünkü Adana’nın hakkı. Ekonomik olarak, siyasi olarak
Adana hak ettiği yerde değil. Zaten yapılması gerekenler, önceden yapılmadı. Bu
dönem yapılıyorsa da alınganlık yapmayız. Orada bir şehir hastanesi yapılmış,
zaten kentin o tarafa doğru kayması gerekiyor. Yığınla yerleşim yapılmış,
trafik kilitlenmiş durumda, tehlikeli bir köprü var orada. Onun daha önceden
yapılması gerekiyordu. Eğer buna yerel yönetimlerin ekonomik olarak gücü
yetmiyorsa, merkezi hükümet bunu yapmalı.
Peki, sizce sadece
belediyelerin icraatleri ile Adana’nın geride kalmışlığının önüne geçilebilir
mi, belediyelerin çalışmalarını da yeterli buluyor musunuz?
Mümkün değil. Biraz önce de söylediğim gibi, siz bir metro
projesi gerçekleştiriyorsunuz ve Adana halkının da geleceğini hipotek altına
alıyorsunuz. Başarısız bir proje. Dolayısıyla burada merkezi hükümetin destek
vermesi gerekiyor. Bu bir bütün zaten. Elbette yerelin kendine ait
sorumlulukları var ama merkezi hükümetin de burayı gözardı etmemesi lazım. Bir
birliktelik ile bu durum çok daha iyi olur. Herkes kendi görevini yaparsa,
hiçbir sıkıntı çıkmaz. Adanalının da en önemli isteği, talebi; diğer iller
kadar bize destek verilse yeterli.
Bildiğiniz gibi
yaklaşık 8 aydır Covid-19 ile mücadele ediyoruz. Bu anlamda devletin ve
vatandaşın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çok tartışmalı bir konu. Hatta iktidar kanadı vatandaşı
suçlamaya başladı. Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı, diğer bakanlıklar vs. Bulaşıcı
hastalıklarda bireye görev düşmez. Kamu bu işi ele alır. Sebebi de o bireyin
kendi inisiyatifinden çıkmıştır. Bulaşıcı hastalıklarda bir disiplin vardır. O
disiplinde vatandaşa koruyucu önlemleri kamu alır. Sokağa çıkma yasağı
getirilir, 65 yaş üstünün sokağa çıkması önlenir. Bunların hepsi yapıldı ve
yine bunların hepsi kamunun bu alanda görevini gösterir ama 1 Ağustos’tan sonra
yeni normalleşmede bunların hepsini bireye bıraktılar ama Covid-19 hastaları,
ekonomik zorluktan dolayı dışarıya çıkmak zorunda kalanlar bir denetim altına
alınmadı. Covid-19 hastası biri hastaneye gidiyor, tüm bulgular da onun hasta
olduğunu gösteriyorsa eğer siz ona ‘’evinize gidin’’ diyemezsiniz. Onu mutlaka
kendiniz götüreceksiniz. Toplu ulaşımla gidemez. Çünkü hastalığını oradaki
insanlara bulaştırır. Eve gittiğinde karantinaya girecek bir odası yok ise
evdeki diğer insanlara bulaştıracağı için onu oradan alıp, başka bir yere
almanız lazım. Ekonomik olarak geçinemiyorsa, ona ekonomik destek vermeniz
lazım. 1 Ağustos’ta bu söylediğim süreçlerin hiçbiri olmadı ve dolayısıyla vaka
sayısı patladı. Bir bireyin bireysel eksiklikleri kamunun sağlığını tehlikeye
atıyorsa, tedbir kamu tarafından alınır.
Önümüzdeki kış
mevsiminde Covid-19’un daha çok yayılacağı ihtimalini dikkate alarak korunma
yöntemi nedir?
Birincisi tabi sık sık uzman kişiler tarafından basın
üzerinden bilgilendirmek gerekiyor. Çünkü griple covid-19 benzer bulgular
içerebiliyor. Bunların ayrımını yapabilmek ya da iki hastalığın birbirini
etkileyerek şiddetli bir bulaş riskini kaldırmak için tedbirleri güçlendirmek
gerekiyor. Tedbirleri güçlendirmek nedir? Kalabalık alanlarda insanların
temaslarını azaltmak ya da alınan kararların denetimini sağlamaktır. İkincisi
de bulaş riskinin olduğu alanlarda tedbirleri kamu tarafından yapılır hale
getirmektir.
Pandemi uzarsa sağlık
çalışanları arasında bir kırılma olur mu?
Pandemide bir kısım unutulan değerler gün yüzüne çıktı. Bir
tanesi sağlık sisteminin ne kadar kıymetli olduğu, eğitim sisteminin ne kadar
kıymetli olduğu gibi. Baktığımızda pandemi döneminde marttan bu yana 6 ayı aşan
bir süredir. Sağlıkçılar inanılmaz bir şekilde büyük bir mücadele veriyor.
Birçoğu izini kullanmayıp fazla mesai yapıp başarılı bir süreç atlattılar.
Ancak bu sürdürülebilir bir şey değil. Alt yapımız güçlü ama daha çok kamucu
bir sağlık sistemine ihtiyaç olduğu ortada. O yüzden de kamu alanını biraz daha
güçlendirmemiz lazım. Ne yapmamız lazım? Dersek yorulan bir sağlık personelimiz
var ve kamu da 600 bine yakın sağlıkçı açığımız var. Önceliğimiz bu eksik
kadroları tamamlamaktır. 600 bin kadro eksiğinizi tamamlayacak bir nüfus var.
İkincisi de sağlık çalışanlara verilen sözler var. Örneğin tavandan maaş
verilecek ya da belli eksiklikler tamamlanacak. Bu haklar verilmiyor,
sağlıkçıların ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Eğer biz o bütünlüğe
bakarsak sağlık sisteminin eksik tarafını karşılarsak savaş devam eder. Şunu
unutmayalım; bu bir küresel tehdit bu küresel tehditte bizden kaynaklı değil.
Hükümetin başarısızlığı değil, vatandaşımızın çıkardığı bir hastalık değildir.
Türkiye’nin Irak,
Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege, Kafkasya gibi bölgelerde sergilediği
politikayı onaylıyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin klasik bir dış politikası vardı.
Uzun bir süredir de uygulanıyor. Ortadoğu her zaman kanayan iktidarı ve
demokrasi açısından sorunları olan bir bölgedir. Biz bu bölgede yani Ortadoğu
gibi dünyanın en hareketli bölgesinde kendimizi koruyabiliyorduk. Son dönemde o
politika değişti. Biraz bireysel havası kokan bir dış politika önce Suriye’yi
kaynattı. Sonra Türkiye’yi korkunç bir şekilde yansıttı. Doğu Akdeniz’de ise
gün yüzünde olan her şeyin şeffafça gözüktüğü enerji hattında Türkiye geride
durdu. O bölgede uzun zamandır kavga eden hatta yeri geldiğinde silahların
sıkıldığı ülkeler anlaşma yapabilmişti. Bizim çok iyi ilişki kurduğumuz Katar
bile orada varken Türkiye yoktu. Türkiye orada yok iken sürekli bir düşman
yaratarak sanki mesele Türkiye’yi istemiyor gibi kriz yarattı. Orada oluşan
doğal kaynakların Fransa’nın, İngiltere’nin dâhil olduğu Türkiye’nin dâhil
olmadığını görmeleri bir Libya’yla bir anlaşma yaptı. O bir parça bu işi
kurtardı. Şöyle baktığımızda o yapılan doğru bir anlaşma ki partimize onay
verildi. Ancak o sürece gelirken Türkiye’nin yanlış politikaları bizi bu hale
getirdi. Türkiye belli alanlarda aktör olmak adına maalesef uzun vadeli
politikaları izleyemedi. O yüzden sıkıntılı bir sürece girdik. Herkesle problem
yaşıyor iken tek suçlu olmayız herhâlde. Dış politika da bir bütünlük
sergilemesi açısından partimiz üzerine düşen görevi yapıyor.
Türkiye’nin son
yıllarda özellikle savunma sanayisindeki performansı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Yapılan çalışmalar özellikle yağ ile ilgili teknoloji
açısından yapılan çalışmalar her yurttaş gibi bizimde mutluluk vesilesidir. O
konuda herhangi bir negatif bir şey söylemesi mümkün değil. Bu yaptığımız
çalışmaları geliştirmemiz ve diğer ülkelere ihracat yapıyor olmamız önemlidir.
Ancak bunları bir savaş üzerinden değil, temel ihtiyaçları karşılama üzerinden
bakmak gerekiyor. Türkiye’de yatırımlar yerli milli çalışmalar çok kıymetli ama
bunlar iç siyaset malzemesi haline getiriliyor. Türkiye’de var olan fabrikaları
kapatıp üzerine biz yerli milli üreteceğiz dediğimiz de bu çok sağlıklı
gelmiyor. O açıdan yerli üretim, milli üretim yatırımların hepsine varız ama
bunu bir iç siyaset malzemesi yapmadan. Yerli otomotiv ile ilgili de kim
eleştirse hain diye ilan ediliyor. Ama sonuçta baktığınızda bu işin
başlangıcından sonuna kadar uzunca bir yıl gerekiyor. Daha hiçbir şey ortada
yokken bunu iç siyaset malzemesi yapması şüpheye düşürüyor. Benzer örnekte
olduğu gibi otomatik sektörde, ilaç sektöründe hemen hemen her sektörde
üreticilere destek verilmesi bu işin birinci unsurudur. Ama maalesef şuan
makyajlı görünür kısmı sergileniyor. Umarım hepimiz istediğimiz boyutlara
geliriz.
Türkiye’nin Doğu
Akdeniz, Ege, Orta Doğu, Orta Afrika, Kafkasya ve Balkanlar da emperyalizm ve
sömürgeci zihniyetin artık çekindiği bir güç olduğunu kabul ediyor musunuz?
Umarım, biraz önce ifade ettim. Bu politikalar bir anda
değişen politikalar değil. Türkiye’nin geleneksel bir dış politikası vardı,
bundan vazgeçildi. Keşke iktidarın kendi kanallarında anlatıldığı gibi bir
Türkiye olsa kim istemez? Ama maalesef öyle değil. Bu ülkelerin hepsinde sorun
var biz sorunları çözen değil, bu sorunların içinde rol kapmaktayız. Rol kapmak
başka bir şey güç başka bir şeydir.
Önümüzdeki kış
mevsiminde covid-19’un daha çok yayılacağı ihtimalini dikkate alarak korunma
yöntemi nedir?
Birincisi tabi sık sık uzman kişiler tarafından basın
üzerinden bilgilendirmek gerekiyor. Çünkü griple covid-19 benzer bulgular
içerebiliyor. Bunların ayrımını yapabilmek ya da iki hastalığın birbirini
etkileyerek şiddetli bir bulaş riskini kaldırmak için tedbirleri güçlendirmek
gerekiyor. Tedbirleri güçlendirmek nedir? Kalabalık alanlarda insanların
temaslarını azaltmak ya da alınan kararların denetimini sağlamaktır. İkincisi
de bulaş riskinin olduğu alanlarda tedbirleri kamu tarafından yapılır hale
getirmektir.
Pandemi uzarsa sağlık
çalışanları arasında bir kırılma olur mu?
Pandemide bir kısım unutulan değerler gün yüzüne çıktı. Bir
tanesi sağlık sisteminin ne kadar kıymetli olduğu, eğitim sisteminin ne kadar
kıymetli olduğu gibi. Baktığımızda pandemi döneminde marttan bu yana 6 ayı aşan
bir süredir. Sağlıkçılar inanılmaz bir şekilde büyük bir mücadele veriyor.
Birçoğu izini kullanmayıp fazla mesai yapıp başarılı bir süreç atlattılar.
Ancak bu sürdürülebilir bir şey değil. Alt yapımız güçlü ama daha çok kamucu
bir sağlık sistemine ihtiyaç olduğu ortada. O yüzden de kamu alanını biraz daha
güçlendirmemiz lazım. Ne yapmamız lazım? Dersek yorulan bir sağlık personelimiz
var ve kamu da 600 bine yakın sağlıkçı açığımız var. Önceliğimiz bu eksik
kadroları tamamlamaktır. 600 bin kadro eksiğinizi tamamlayacak bir nüfus var.
İkincisi de sağlık çalışanlara verilen sözler var. Örneğin tavandan maaş
verilecek ya da belli eksiklikler tamamlanacak. Bu haklar verilmiyor,
sağlıkçıların ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Eğer biz o bütünlüğe
bakarsak sağlık sisteminin eksik tarafını karşılarsak savaş devam eder. Şunu
unutmayalım; bu bir küresel tehdit bu küresel tehditte bizden kaynaklı değil.
Hükümetin başarısızlığı değil, vatandaşımızın çıkardığı bir hastalık değildir.
Irak, Suriye, Libya,
Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege, Kafkasya gibi bölgelerde sergilediği politikayı
onaylıyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyetinin klasik bir dış politikası vardı. Uzun
bir süredir de uygulanıyor. Ortadoğu her zaman kanayan iktidarı ve demokrasi
açısından sorunları olan bir bölgedir. Biz bu bölgede yani Ortadoğu gibi
dünyanın en hareketli bölgesinde kendimizi koruyabiliyorduk. Son dönemde o
politika değişti. Biraz bireysel havası kokan bir dış politika önce Suriye’yi
kaynattı. Sonra Türkiye’yi korkunç bir şekilde yansıttı. Doğu Akdeniz’de ise
gün yüzünde olan her şeyin şeffafça gözüktüğü enerji hattında Türkiye geride
durdu. O bölgede uzun zamandır kavga eden hatta yeri geldiğinde silahların
sıkıldığı ülkeler anlaşma yapabilmişti. Bizim çok iyi ilişki kurduğumuz Katar
bile orada varken Türkiye yoktu. Türkiye orada yok iken sürekli bir düşman
yaratarak sanki mesele Türkiye’yi istemiyor gibi kriz yarattı. Orada oluşan
doğal kaynakların Fransa’nın, İngiltere’nin dâhil olduğu Türkiye’nin dâhil
olmadığını görmeleri bir Libya’yla bir anlaşma yaptı. O bir parça bu işi
kurtardı. Şöyle baktığımızda o yapılan doğru bir anlaşma ki partimize onay
verildi. Ancak o sürece gelirken Türkiye’nin yanlış politikaları bizi bu hale
getirdi. Türkiye belli alanlarda aktör olmak adına maalesef uzun vadeli
politikaları izleyemedi. O yüzden sıkıntılı bir sürece girdik. Herkesle problem
yaşıyor iken tek suçlu olmayız herhâlde. Dış politika da bir bütünlük
sergilemesi açısından partimiz üzerine düşen görevi yapıyor.
Türkiye’nin son
yıllarda özellikle savunma sanayisindeki performansı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Yapılan çalışmalar özellikle yağ ile ilgili teknoloji
açısından yapılan çalışmalar her yurttaş gibi bizimde mutluluk vesilesidir. O
konuda herhangi bir negatif bir şey söylemesi mümkün değil. Bu yaptığımız
çalışmaları geliştirmemiz ve diğer ülkelere ihracat yapıyor olmamız önemlidir.
Ancak bunları bir savaş üzerinden değil, temel ihtiyaçları karşılama üzerinden
bakmak gerekiyor. Türkiye’de yatırımlar yerli milli çalışmalar çok kıymetli ama
bunlar iç siyaset malzemesi haline getiriliyor. Türkiye’de var olan fabrikaları
kapatıp üzerine biz yerli milli üreteceğiz dediğimiz de bu çok sağlıklı
gelmiyor. O açıdan yerli üretim, milli üretim yatırımların hepsine varız ama bunu
bir iç siyaset malzemesi yapmadan. Yerli otomotiv ile ilgili de kim eleştirse
hain diye ilan ediliyor. Ama sonuçta baktığınızda bu işin başlangıcından sonuna
kadar uzunca bir yıl gerekiyor. Daha hiçbir şey ortada yokken bunu iç siyaset
malzemesi yapması şüpheye düşürüyor. Benzer örnekte olduğu gibi otomatik
sektörde, ilaç sektöründe hemen hemen her sektörde üreticilere destek verilmesi
bu işin birinci unsurudur. Ama maalesef şuan makyajlı görünür kısmı
sergileniyor. Umarım hepimiz istediğimiz boyutlara geliriz.
Türkiye’nin Doğu
Akdeniz, Ege, Orta Doğu, Orta Afrika, Kafkasya ve Balkanlar da emperyalizm ve
sömürgeci zihniyetin artık çekindiği bir güç olduğunu kabul ediyor musunuz?
Umarım, biraz önce ifade ettim. Bu politikalar bir anda
değişen politikalar değil. Türkiye’nin geleneksel bir dış politikası vardı,
bundan vazgeçildi. Keşke iktidarın kendi kanallarında anlatıldığı gibi bir
Türkiye olsa kim istemez? Ama maalesef öyle değil. Bu ülkelerin hepsinde sorun
var biz sorunları çözen değil, bu sorunların içinde rol kapmaktayız. Rol kapmak
başka bir şey güç başka bir şeydir.
adem, adem aköl, adem aköl kimdir,
Fatma inci gül, inci gül, inci, haber, gazete, gazette, manşet, gazete
manşetleri, recep tayyip erdoğan, ömer çelik, adana, büyükşehir, zeydan, zeydan
karalar, soner çetin, fatih Mehmet kocaispir, akif kemal akay, türkiye, meclis,
siyaset, oy, sağlık, anabülten, ekonomi