Benim gibi,
futbolla hiç ilgilenmeyen; onbinlerce insanın 90 dakika boyunca, 22 kişiyi gözünü
kırpmadan izlemesine, hiçbir anlam veremeyen; kaç insan var bu dünyada
bilmiyorum...
Çocuğunun göz rengini hatırlamayan;
fakat tuttuğu takımın renklerine taparcasına sahip çıkan; yüz milyonlarca
insanın bu denli fanatik oluşuna hiç ama hiç anlam veremiyorum...
Cebinde
karnını doyuracak 3 kuruşu olmayan; fakat tuttuğu takımın Fizan’da da olsa
hiçbir maçını kaçırmayan; bana göre normal davranış sergilemeyen bu insanları
hayatım boyunca hiç anlayamadım...
Takımı galip geldiği zaman güzel de;
mağlup olduğu zaman taşkınlık yapmak için sudan bahaneler arayan; sorunlu
insanların yarattığı sorunları hiçbir zaman anlayamadım...
Benim
çocukluk yıllarımı yaşadığım ev ile, kentimizin tek futbol sahası arasında
sadece 9 metrelik bir yol vardı... Üstelik futbol sahasını çevreleyen
duvarların yüksekliği de sadece 2 metre idi...
Kasabamızın sarı-mavi ve sarı-kırmızı
formaları olan iki ezeli rakip takımı vardı... Bir gün sarı-mavili takım,
ertesi gün sarı-kırmızılı takım antrenman yapardı futbol sahasında... Havada
uçuşan toplar, hooop evimizin bahçesine düşerdi... Her antrenmanda en az 8-10
kez düşen topları geri sahiplerine iade etmek için evimizin avlusunda koşmaktan
bitap düştüğümü çok iyi hatırlıyorum... Onların yüzünden ders dahi
çalışamıyordum... Gına gelmişti artık... Top’un T’sini duyduğum zaman midem
bulanmaya başlamıştı...
Yıllar
yılları kovalarken, futbola karşı allerjim de arttıkça artıyordu... Bunun adına
‘spor’ diyorlardı ama sadece 22 kişi koşarken; 30-40 bin kişinin tribünlerde
oturarak yaptığının, ne tür bir spor
olduğunu anlamak mümkün değildi...
Hele hele yerli takımlarımız
arasındaki karşılaşmaları naklen veren spikerin 22 Türk ismi telaffuz edeceği
yerde yarısından fazlası için ‘...chenko’lu, ‘...moviç’li, ‘...aldo’lu yabancı
isimler söylemesi; futbola karşı allerjimin kronikleşmesine neden oldu...
Gazetemizin
ofisi Gazipaşa Bulvarı üzerindeki bir apartmanda olduğu için, 300 metre
ilerimizde bulunan 5 Ocak stadyumundaki karşılaşmalar sonrasında yollara
dökülen özellikle 15-25 yaş aralığındaki gençlerin taşkınlıklarını hayretle
izlerim hep...
Dün akşam Adana’nın iki ezeli rakibi
Adanaspor ile Adana Demirspor arasındaki karşılaşma 0-0 sonuçlandıktan sonra
her zaman olduğu gibi yine yollara döküldü bu iki takımın fanatik gençliği...
Polisin
aldığı sıkı güvenlik önlemlerine rağmen, toplu halde nara atarak Gazipaşa
Bulvarı üzerinde yürürken sataşacak insan aramaları ve çaktırmadan sağa sola
ses bombaları fırlatmaları, çevreye terör estirmekten başka bir şey değildi...Polis
ekiplerinin, taşkınlık yapanların üzerine motosikletle gitmeleri ise tam bir
kovalamaca gösterisi idi...
Taşkınlık yapmaya gerek var mı..? Yenmek
de, yenilmek de yiğitliktendir... Bugün yenilirsin, yarın yenersin... Üstelik yenilgi
sana daha çok çalışman için azim ve güç vermelidir... Bu gücü, takımın için
harcamak yerine niye boşa harcıyorsun ki..?
Maç sonrası,
civar sokakların halini görmelisiniz... Karşılaşma sonrası gün ışımaya
başlayınca sokakların savaştan çıkmış görüntüsü içinizi burkar... Çevreye
gelişigüzel atılmış tonlarca çöp ve yüzlerce bira şişesi...
Ben hoşlanmasam da; kişinin tuttuğu
takımının maçına gidip centilmence destek vermesi günümüzde oldukça doğal bir
davranış... Doğal olmayan; etrafa saçılan katı atıklar ve taşkınlıklarla
çevrenin kirletilerek, günün yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışan vatandaşın
huzurunu bozmak...
Buna
sebebiyet verenlerin daha ziyade 15-25 yaş aralığındaki gençlerin olması,
onlara yönelik verdiklerimizin bir kez daha masaya yatırılarak tahlil edilmesi
gerektiğini göstermektedir...
Gençlerimizle daha fazla ilgilenip
onları eğitirken, enerjilerini de doğru yolda harcayabilecekleri daha etkin
imkanlar sunmak zorundayız.
Günün Sözü
Başkalarının olmayı denemeden önce kendimizin olmayı öğrenmeliyiz.
200 yıl önce doğduğu düşünülen şair ve filozof Ralph Waldo Emerson’un yaşadığı dönemde verdiği tavsiyeler, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Kendimize bahşedilmiş hayata saygımız yoksa, başkasınınkine hiç olamaz.