İnsanoğlu, yaradılışından bu yana her daim bilinmezlere, gizemlere ve sırlara muhteşem denilebilecek boyutlarda ilgi duydu. Bu ilginin, bilinmezlikte, merak ve korkuyla birleşiminin getirisi, üstün, erişilmez bir gücün varlığı kanısıyla öncelikle inanç doktrinlerini ortaya çıkarırken, doğa olaylarının doğal ve sıradan gelişimini, insan yaşamındaki gelişmelerle anlamlandırma yoluyla oluşturulan ezoterik yapılanmalar da cazip hale geldi. İnsan, tarihsel süreçte yaşanan önemli olayları, tabiatın eş zamanlı gelişmeleriyle bağdaştırıp, ilgi çekici çıkarımlarla tanımlamalar yaparak, kendince süreçler içeren takvimler de oluşturdu. Takvimsel süreçte, bireysel bazda özelliklere dayandırılan tanımlardan yola çıkıp, insanları doğum tarihlerine göre gruplar altında toplayıp, oluşturduğu takvimleri, doğumlar üzerinden bireysel yaşam süreçlerindeki muhtemel gelişmelerle sınırlandırıp, bireyleri manevi boyutta kontrol altına almayı, gerektiğinde yönlendirmeyi de başardı. Doğal olarak, bu istatistiksel verilere dayandırılan bilgileri kullanmayı bilenler için de imtiyazlı yaşam olanakları ortaya çıktı. İmtiyaz fark edilince de her devrin tüm güç ya da çıkar odakları, süratle bu yönde yapılanmakta ya da kurulmuş yapıları kullanabilecek mekanizmalar kurmakta gecikmedi.
Sırlar, gizemler, bilinmezlerin korkuyla karışık cazibesinde, bildiğini iddia edenleri otorite konumuna taşırken, oldukça geniş kitlelerin, otoritenin etkisi altında yekvücut davranışlar sergilemesini de beraberinde getirdi. İnsanlar, bilinmezlerin yarattığı korkuyu ortadan kaldırmak ve genetik merak dürtülerini öğretilerin ışığında giderebilmek maksadıyla, bir bilen aradı. Toplumsal yapılar içine gizlenmiş birçok zeki insan ise diğerlerinin bu dayanılmaz zaafını keşfetmekte gecikmeksizin, onları, yaptığı genel gözlemsel ve bilimsellikten uzak ama dogmalarla benimsenmiş açıklamalarıyla etkileyerek, kontrolleri altına almaya başladı. İnanç öğretilerinin yol gösterici, ılımlı, anlayışlı retorikleri arasına, zamanla, insanı ürküten tanımlamalarla, caydırıcı yaptırımların yerleştiği görüldü. Bu caydırıcı ve insanı panik haline sürükleyebilecek, psikolojisini onarılamayacak derecede bozabilecek oldukça ürkütücü anlatılara karşı verilen olumsuz tepkilere karşı, cevap da hazırdı: “O halde günah işleme.” Yani, sana söylediklerimizin aksinde bir davranış sergileme. Bir süre sonra gelenekselleştirilmeye başlayan dogmaların etkisinde, birey, neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğinde, doğrulara yönelmek için sıkıntılarla karşılaşmaya başladığında, bilenlerden oluştuğunu iddia eden ve inancın öğretilerine hakim görüntü veren yapılanmalar gelişti ve bireylerden başlayarak, toplumsal yapılar üzerinde muhteşem baskılar kurdu. Çünkü her durumda, gücü kontrollü ve etkin kullanabilmek için muhteşem bir ortam, doğal gelişmelerin ışığında kolaylıkla oluştu.
Ardından, binlerce yıla dayalı felsefi söylemlere atıfta bulunularak ortaya konulan ve oldukça da cazip görüntülerle, söylemler içeren birçok kavramsal ama temelde varsayımdan öte gitmesi mümkün olmayan sistemsel kurgular ortaya konularak, insanların zekâlarıyla oyunlar oynanmaya başlandı. Bir yandan New Age olarak adlandırılan, yeni bir felsefi kavram olarak lanse edilen, insanı ön plana çıkarıp, her şeyin, evrenden, evrensel olan o bilinmez ancak istemlere cevap vermeye kodlanmış güçten istenmesi özelliğine dayandırılan akımlar ortaya çıkarılırken, öne yine bir bilen ya da bilenler çıktı. Bu bilenler, toplumsal gelişmişliğe uygun olarak, kimi zaman yeni peygamber olarak kimi zaman yaşam veya uygun ve cazip bir isme eklenmiş “…koçu” kelimesiyle birlikte bir isim alarak ya da üstat olarak sahnede yerini alarak, verdiği seminerler, kurslar, eğitimsel faaliyetler ve yazdığı kendi anlatısını içeren kitaplarla kazanıma yönlenirken, zekâsıyla oynanan ve felsefe sandığı kavramların saçmalığında, kavramlarla zihni karıştırılan bireyler zarar gördü. Üstelik zarar gören bireyler, ne denli zarar gördüğünün farkına bile varamadan, kazandığını düşündü. Çünkü bireysel bazda, beyni, bir kurtuluş, bir sorumluluktan kolay çıkış yolu yakaladı. Sorumlulukların en aza indirgendiği, doğru isteyebildiğinde her şeyi elde edebileceği, kendisine her durumda güzellikleri sunan bir inanç sistemiyle karşılaşan birey, yaşamakta olduğu sorumluluklarla ve yaptırımlarla dolu dünyasal yaşamdan uzaklaşma umuduyla bu akımlara doğru koşarken, birilerinin çıkarlarına yönelik kazanımlara doğru koştuğunun da farkına varamadı.
Binlerce yıllık derinlikte yorumlanan astroloji kavramı ise başlı başına bir sorun olarak gelişti. Basitçe, gök cisimlerinin hareketlerinin, Dünyadaki tabiat ya da insan yaşamına etkilerine yönelik anlatılarla devam eden astroloji, bir süre sonra fallarla da bütünleşmeye başladı ve insanın muhteşem merak dürtüsüyle, geleceği öğrenme arzusu, bu doğrultuda verilen cevaplarla kazanıma dönüştürüldü. Bu alan kimi zaman inanç sistemleriyle de bütünleşerek etkisini daha fazla artırırken, Çin’den İskandinav, Hindistan’dan Amerika coğrafyasına uzanan küresel çapta farklı isim ve farklı anlatılarla takvimler, burçlar ve bağlantılı fallar ortaya çıktı. İnsanoğlunun istemi, muhteşem merak dürtüsüyle, geleceğine yönelik bilgilerle, hayatına olumlu bir yön vermekken, felsefi, hatta bilimsel anlam verilmek istenen anlatıların esaretine yönlenmeye başladı. Bu arada, kazanım deyince sadece kurslar, seminerler, öğretilerin anlatıldığı eğitim faaliyetleri veya yazılan kitaplardan elde edilen geliri değerlendirmek yanlış olur. Bireysel bazda belki en büyük kazanım, otorite olarak kabul edilmek de olabilir. Hani, ortaya her zaman yaşanabilecek bir varsayım atıp, bu varsayım gerçekleştiğinde, “Ben demiştim” diyorlar ya, işte öylesine gurur verici bir duygu da bireysel psikolojik bazda esasen önemli bir kazanım sayılabilir.
İnsanlar geleceği bilebilir mi? doğaldır ki bireysel
bazda, gelecekteki yaşam süreçlerine yönelik kesin bilgilere ulaşmak mümkün
değildir. Ancak, alınan eğitim ve belirlenen gerçekçi hedeflerin
gerçekleşebileceği tahminiyle, insan, geleceğine yönelik öngörülerde
bulunabilir ve rutin döngüye dayalı doğal olaylarla da istatistiksel olarak
gelecekte yaşanması muhtemel doğa olayları tahmin edilebilir ve döngü
süreçlerini bilenler için, bu bilgi önemli avantajlar sağlayabilir. Yazımızın başlığına dönersek, evet, tüm
insanlık olarak, Mars’ın etkisi altındayız varsayımını ortaya atabiliriz. Mars,
Roma mitolojisinde Savaş Tanrısı. Dünyanın binlerce yıllık tarihsel geçmişi ve
günümüz jeopolitik gelişmeleri incelendiğinde, ortaya çıkan bir gerçek var ki
insanoğlu, binlerce yıldır bıkmadan, usanmadan savaşıyor. O halde, Tanrı
konumundaki Mars’ın etkisi altında olduğumuz gerçeği ortaya çıkıyor. Siz bu
gerçeği, mitlerde yer alan diğer savaş Tanrılarına da dayandırabilirsiniz,
inanç öğretilerinde adı geçen meleklere ya da azizlere de. Çünkü her mitin
kendi savaş Tanrısı ve inanç öğretilerinin bir kısmının, savaşlarla görevli bir
meleği ya da azizi var. Bu teori astrolojiyle de uyum sağlayabilir. Çünkü
mitolojide, gök cisimleri tanrısal güçlerle anlamlandırılır. Güneş, Ay ve tüm
Güneş sistemi gezegenleri ile Marduk gibi izafi gezegenlerin ya da göksel
sistemlerin neredeyse tamamının bir ilahi ismi ve görevi tanımlanmış. Üstelik
hilal ve haç simgeleri de bu mitlere dayalı olabilir. Bir gerçek daha vardır ki
size yanlış gelse de inançlara kesinlikle saygı duymak gerekir. Varsayımlardan
olgulara dönersek, sonuç olarak evet, insanlık, Mars’ın muhteşem etkisi altında
ve biliniyor ki Dünya bir süre sonra yaşanmaz hale geldiğinde, Güneş sistemi
içinde mevcut gezegenlerden, insanoğlunun yaşamsal sürecinin devamlılığına en
uygun olanı Mars gibi görünüyor. Halen tüm ilgili bilim dünyası Mars’ta
yaşamsal bir bulgu ararken, bir yandan da Mars’ta kurulabilecek sistemlerle,
yaşamsal alanlar oluşturmanın imkânları araştırılıyor. Aynı zamanda da Mars’a
en süratli, en ekonomik ve en güvenli ulaşım imkânları için sürekli denemeler
yapılıyor. Üstelik bu çalışmaları hem devlet kuruluşları hem de özel kuruluşlar
yaparken, çoğunlukla da ortak imkânlardan faydalanılıyor. Yani evet, tüm
insanlık, yörüngesel döngüsündeki konumuna uygun olarak, zaman zaman gökyüzünde
çıplak gözle görebildiği, oldukça güzel parıldayan bu gezegenin, zihinsel
olarak etkisi altına girmiş, tüm dikkatini o yöne çevirmiş durumda ve
insanlığın devamlılığının sağlanması maksadıyla, bir şekilde oraya yerleşmenin
yolunu arıyor.