19.09.2024 12:28 | Güncelleme Tarihi: 19.09.2024 12:28
Şiir gibi bir yaşam sunulmuş insana. Kimi mutluluktan coşuyor, kimi romantizmin doruklarında dolaşıyor, kimi uçurumun dibinde görüyor kendini.
Farkında değiller belki ama düşüncelerinden taşan sözcükler dışarıya yansısa, bir Nazım Hikmet olup, “Seviyorum seni/Ekmeği tuza banıp yer gibi” deyiverecek belki ya da bir Atilla İlhan olup, “Ben sana mecburum, bilemezsin” veya “Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız/O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız” deyip, hüzne boğacaklar dinleyenleri, yaşadıklarıyla.
Bu arada unutmamalı, “Artık demir almak günü gelmişse zamandan/Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan” deyip bir Yahya Kemal misali, nice kalp, duygularından boğularak, çaresizlikle, sessizliğe gitmeyi tercih etti.
Şiir gibi geliyor Dünyaya insan bir meleğin himayesinde ki onu anne belliyor, şiir gibi büyürken, gençliğin tüm heveslerini tadıp, kimi zaman tür değiştiriyor şiirde, başka bir kadının veya bir erkeğin bazen gözlerinde, bazen kalbinde, bazen gözyaşlarında ama bir fısıltı da olsa duymak istiyor sevildiğini, onun dudaklardan uçup, kulaklarına dolan sözlerinde.
Hayat doyasıya yaşanırken, her adımda bir şiirden diğerine atlayıveriyor hem gözler hem diller hem de kalpler ve değişkenlikle, her seferinde yeni bir şiire koşturuyor insanı hayaller.
Yaşamın her anı, acı veya tatlı kayıt edilirken o muhteşem deftere, bir son da gerekiyor doğaldır ki kâtiplere ve o sonun anlatımı da ayrı bir şiirle aktarılıyor sonradan gelenlere.
Kim ne derse desin, insan, bir şiir gibi geliyor, şiir gibi yaşayıp, şiir gibi gidiyor ebediyete, şiirin türü değişse de. Her seferinde ise bir hoş seda bırakıyor, yaşanmış ne olursa olsun, geride kalan gönüllerde.