Realite ve Yalanlar… - FARUK ÖNALAN

Realite ve Yalanlar… - FARUK ÖNALAN

09.08.2021 00:41 | Güncelleme Tarihi: 09.08.2021 00:41

Uluslararası Kriz Grubu Temmuz ayı sonunda “Türkiye Sahel’de” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapora göre, Türkiye, Afrika başkentleriyle bağlarını güçlendiriyor, camiler, hastaneler inşa edip ihracat pazarları açıyordu. Özellikle 2020 yazında Nijer ile yapılan askeri güvenlik anlaşması hem Batı’nın hem de BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölge ülkelerinin dikkatini çekti. Nijer ile yapılan anlaşmanın önemli iki detayı vardı;

1) 342 km Libya sınırı ile Sisi rejimine (Libya'ya askeri müdahale sözlerine kaşı) açık mesaj verme

2) G-5 Sahel ülkeleri üzerindeki Fransız nüfuzu ve baskısını kırma.

Türkiye’nin varlığından önce Sahel’de Fransızlar oldukça etkindi. Macron’un Erdoğan kızgınlığının altında da Türkiye’nin her geçen gün etki alanını genişletmesi yatıyor ki Türkiye bunu “Yumuşak Güç” stratejisi ile gerçekleştiriyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Erdoğan’ı Fransa’nın Batı Afrika ile olan bağlarını zayıflatmakla suçluyordu. Bu görüşünde de haksız sayılmazdı. Nijer, Fransa’ya karşı en ciddi tepki olarak, Fransız Maurice Albert Thiriet'in yazdığı ve bazı mısralarda Fransa'yı yücelten "La Nigerienne" adlı ulusal marşını değiştirdi. Mısır Genel İstihbarat ajanları, Türkiye etkisini kırmak için Nijer ve Çad'a ziyaretlerde bulunuyorlar. Çad sınırında yaşanan çatışmada Cumhurbaşkanı İdris Debi hayatını kaybetmişti. Yeri gelmişken tekrar hatırlatmakta fayda var Çad'da isyancılar Libya’da Hafter’in kontrolü altındaki Jufra’da konuşlanıyor,  BAE ve Fransa eliyle silahlandırılıyor, Rus paralı asker şirketi Wagner tarafından eğitiliyorlar. Türkiye ile Çad arasında Şubat 2019’da "Askeri Çerçeve Anlaşması" imzalanmıştı. Bu noktada, BAE’nin uzun zamandır uygulamaya koyduğu bir planı var. Sudan limanı, Eritre Assab, Cibuti, Somaliland Berbara limanı, Somali Bosaso limanı, Sokotra adası, Yemen el-Mukalla Limanı üzerinden Kızıldeniz, Afrika Boynuzu, Babülmendep ve Aden Körfezi’nde çok geniş ve etkin bir Emirlik hâkimiyeti kurmak. Bu uğurda kendisine en büyük engel olarak da Erdoğan liderliğindeki Türkiye’yi görüyor. 15 Temmuz darbe girişimi dahil birçok alçak girişimin sponsorluğunu BAE’nin yaptığı sır değil. Türkiye olan hıncının altını Washington Post çok iyi doldurmuştu;

“Osmanlı'dan beri Türk ordusu bu kadar geniş bir küresel ayak izine sahip değildi. İddialı Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetiminde Türkiye, Libya'da savaşın gidişatını değiştirdi. Suriye, Irak, Katar, Somali, Afganistan ve Balkanlar'da yer alıyor.  Aynı zamanda, Akdeniz ve Ege'de devriyeler atıyor.” Bu doğrultuda İsrail’in önemli kuruluşlarından birinde de “21. yüzyılda İsrail ve komşuları için büyük bir zorluk olarak Türkiye” başlıklı bir uzunca bir analiz yapılmıştı. Analizde öne çıkan başlıklar şöyleydi;

Erdoğan İsrail çıkarlarına tehdit

Osmanlı ihtişamını geri getiriyor.

Irak, Suriye, Katar, Somali'de askeri üs kurdu.

Libya, Lübnan, Gazze ve Balkanlarda nüfuzunu sağlamlaştırıyor.

Yemen ve Babülmendep Boğazı’nda nüfuz kazanıyor

Türkiye’nin Afganistan hamlesi, yüksek perdeden dillendirilmese de bazı ülkelerin hiç de hoşuna gitmiyordu. “Indian Express” direktörü Raja Mohan, “Hindistan Türkiye denilince nelere dikkat etmeli?” başlıklı analizinde şöyle diyordu:

 “Ankara Afganistan'da önemli bir rol oynamaya hazırlanırken Delhi, Türkiye'nin pozisyonlarına şiddetle meydan okumalı. Türkiye'nin hem Afganistan hem de Pakistan ile olan iyi ilişkileri, Ankara'nın kendisini savaşan Güney Asya komşuları arasında bir arabulucu olarak sunması için de alan verdi. Afganistan'da Türkiye'ye yönelik yaygın iyi niyet, ABD'nin işine geldi. Ankara'nın Pakistan prizması, Delhi’nin Türkiye'nin büyüyen stratejik önemini tam olarak takdir etmesini engelledi. Erdoğan'ın İslam dünyasının liderliği, Alt Kıta'nın(Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Nepal, Butan, Sri Lanka ve Maldivler) 600 milyon Müslümanına daha yoğun bir Türk siyasi, dini ve kültürel erişim gördü.”

Batı’da ve Körfez’de, Türkiye’nin gün geçtikçe artan etkisine karşı kirli senaryolar dahil her türlü plan devreye sokulurken maalesef iç siyasette de yalanlarla mücadele ediliyor. Meydana gelen hadiselerle hiç alakası olmadığı halde etnik ve mezhepsel çatışma çıkarma gayretleri, son 11 gündür devam eden orman yangınlarıyla ilgili özellikle sosyal medyada akla hayale gelmedik yalanlarla insanların sinir uçlarına dokunma faaliyetleri... Burada acı olan ise siyasilerin de bu provokatif eylem ve söylemleri köpürtmeleri. 

Gobbels’in “büyük yalan” stratejisi nasıldı? “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır.”

Yazımı, Lev Nikolayeviç Tolstoy'un

 "İvan İlyiç'in Ölümü" isimli eserinden, bugünlerde oldukça sık kullandığım bir cümlesiyle bitireyim:

"Nasıl böyle utanmadan yalan söyleyebiliyorlar?"

YAZARIN DİĞER YAZILARI

İNGİLİZCE YAZILARI