14.09.2024 17:54 | Güncelleme Tarihi: 14.09.2024 18:34
Son zamanlarda ülkemizde yaşanan 8 yaşındaki Narin’in hunharca öldürülmesinin acısı dinmeden ikinci en acı olayı, 2 yaşındaki Sıla bebeğin üvey babası tarafından tecavüze uğramasıyla sarsıldık.
Günlerdir 8 yaşındaki Narin’in ailesi tarafından katledilmesi nedeniyle ekran ve sosyal medya kirliliği yaşadık.
Müslüman bir ülkede yaşadığını unutup, dini kitabımız Kuran-ı Kerim’den tutun da siyasileştirerek ahlak çığırtkanlığına maruz kaldık.
Oldu mu bu?
Görüşü ne olursa olsun, hangi siyasi görüşten, dinden olursa olsun cani canidir, katil katildir, sapık sapıktır.
Bu tür toplumsal travma yaratan acıklı olaylarla ilgili din, mezhep, renk, ırk ilişkilendirilemez.
Sabilerin günahına girmeyin!
Gerçekten çocuklarımızı, kendimizi düşünüyorsak bu tür olayları siyasete malzeme yapmamalıyız.
Sıla bebeğin annesi ve üvey babasının bir bardaki fotoğraflarının paylaşılması nasıl ki diğer tüm alkol içenleri zan altında bırakmıyorsa aynı şekilde 8 yaşındaki sabinin toprak olmasına neden olanların neye inandıkları aynı o ideolojideki, görüşteki bireyleri bağlamaz.
Bu trajik olay, hepimizi, tüm toplumu derinden etkilemiştir.
Çocukların güvenliği konusu, hiç kuşkusuz, toplumumuzun en öncelikli meselelerinden biri. Çocuklarımızın güvenliği, sadece ailelerin değil, aynı zamanda devletin ve toplumun sorumluluğunda. Bu tür olayların önüne geçebilmek için alınacak tedbirlerin, eğitim anlayışının ve toplum bilincinin geliştirilmesi gerektiği aşikar.
Öncelikle, 2 yaşındaki sabinin maruz kaldığı bu korkunç durum, çocuk istismarı ile mücadelenin ne denli önemli bir konu olduğunu gündeme getiriyor.
Sadece ülkemizde değil, dünyanın birçok yerinde maalesef ki çocuk istismarı, çeşitli şekillerde karşımıza çıkmakta ve çoğu zaman bu olaylar yeterince görünür kılınmamakta.
Tecavüz, yalnızca fiziksel bir eylem olmayıp, aynı zamanda ruhsal ve psikolojik bir travma yaratan ağır bir suçtur.
Bu tür olayların meydana gelmesi, toplumun her kesiminde derin bir infial yaratmakta ve çocukların güvenliği konusunda endişeleri artırmakta.
Ne yazık ki Sıla'nın yaşadığı travma, çocuklarımızın güvende olduğunu düşündüğümüz aile yapısının ne kadar sarsıcı bir şekilde tehdit altında olduğunu gözler önüne seriyor.
Üvey babalar, çoğu zaman çocuklar için yabancı ve tehdit edici bir figür olarak algılanmamakta. Ancak aile yapısının karmaşık hale gelmesiyle birlikte çocukların maruz kaldığı bu tür tehlikelere karşı daha fazla dikkatli olunmalı. Ailelerin, çocukların güvenliğini sağlamak için bilinçli hareket etmesi, toplumun bu konuda birleşmesi ve gerektiğinde profesyonel yardım almaları büyük önem taşıyor.
Çocukların güvenliği için alınması gereken önlemler, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk olduğunu unutmamak gerekir.
Eğitim sisteminin, çocukların hakları ve kendi bedenlerinin gizliliği konusunda farkındalık oluşturacak şekilde geliştirilmesi gerekli.
Aynı şekilde bekar anneler bu konuda bilinçlendirilmeli. Ve ne o ortamı hazırlamalılar, ne de çocuklarını kendi menfaatleri için kullanmamalılar.
Güvensizlik ortamı yaratılmadan annelerin, yeni başlayacakları ilişkilerde çocuklarıyla alakalı gerekli tedbirleri almaları gerekmektedir.
Sonuçta her evlenecekleri potansiyel kocanın bu denli kötü, sapık çıkacak diye bir ihtimal yok.
Ne yazık ki bu insan müsveddeleri, ruhsal bozuklukları olan, hasta kişilikler.
Ve okullarda verilecek eğitimler, çocuklara kendi bedenlerini tanıma, sınırlarını öğrenme ve herhangi bir başkası tarafından rahatsız edildiklerinde nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilgi vermeli. Bu sayede, çocuklar yetişkinlerle olan ilişkilerinde daha bilinçli hareket edebilir, kendilerini korumak adına daha temkinli olabilirler.
Medya tarafından yaratılan toplumsal bilincin artırılması da kritik bir öneme sahip.
Bilhassa medya, çocuk istismarı ile ilgili olayların haberleştirilmesinde daha duyarlı olmalı; bu tür durumlarla ilgili farkındalığı artıracak kamu spotları, kampanyalar ve sosyal medya üzerinden yapılacak bilinçlendirme faaliyetlerine destek verilmeli.
Sıla'nın yaşadığı olay gibi olayların, sadece aile içinde değil, toplum genelinde de ciddi birer çığlık olarak kabul edilmesi gerekmekte.
Ve belki de en önemlisi Devletin bu konuda etkin ve caydırıcı yasalar geliştirmesi, ihlallere karşı daha sert yaptırımlar uygulaması ve istismar vakalarının ayrıntılı bir şekilde soruşturulmasını sağlaması elzemdir. Ancak, bu sorunla başa çıkmak sadece yasalarla mümkün değil. Toplumun her kesiminin bu konuya duyarlılıkla yaklaşması, çocuklarımızın daha güvenli bir ortamda büyümeleri için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Umarım ki Sıla'nın hikayesi, diğer çocukların hayatında benzer bir trajedinin yaşanmaması için bir dönüm noktası olur.
Başka Narin’ler, Sıla’lar, Özgecan’lar, Leyla’lar Münevver'ler ve daha nice çocuklarımız, kadınlarımız böylesi insanlık dışı olaylar yaşamasın…
Dünyayı iyilik, merhamet ve sevgi kurtaracak.
Kadınlarımıza, kızlarımıza önerim; sevginin, merhametin, iyiliğin olmadığı yerde durmayın! Ne kendinizi, ne de çocuklarınızı kullandırmayın, örtbas etmeyin!
Her bir son, yeni başlangıçların teminatıdır.