"İkimiz birden sevinebiliriz/Göğe
bakalım" diye başlar Turgut Uyar o güzel şiirine, aslında hayatta olan
dönüp dolaşıp aynı şeyleri bulmaktan ibaret, nasıl tarih tekerrürden ibaretse
duygular da öyle bence...
İlk "Göğe
bakalım" diyen Hypatia'ya 1600 yıl sonra ; deniz yoksa mutlaka göğe bakan
bir hemcinsi olarak selam ederim... Bundan yaklaşık 1600 yıl önce Mısır’ın
İskenderiye kentinde korkunç bir cinayet işlenir; ‘iffetsiz’ ve ‘günahkâr’
olmakla suçlanan bir kadın toplumun gözleri önünde ‘öfkeli’ bir güruh
tarafından linç edilir.
Taşa tutulan,
parçalara ayrılıp yakılan kadın, matematikçi, gökbilimci, filozof Hypatia’dır.
Büyük İskender’in M.Ö. 332 yılında kurduğu İskenderiye, yüzyıllarca barış
içinde yaşadı. M.Ö. 30’larda Roma’nın hâkimiyetine geçen kentte barış ortamı
M.S. 300’lerde bitti. Limanları, bilginleri, kültür merkezi, dev kütüphanesi ve
üniversitesiyle İskenderiye o dönem ticaretin ve aydınlanmanın merkeziydi.
Başında ünlü matematikçi Theon’un bulunduğu okulda kızı Hypatia da matematik,
felsefe ve astronomi dersleri veriyor, Platon, Aristo ve Oklid’in fikirlerini
tartışmaya açtığı bu dersler dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerle
dolup taşıyordu…
Kentin dokusu
Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından hızla değişti.
İktidara egemen olan Hıristiyanlar, Pagan ve Yahudiler başta olmak üzere farklı
inançlara sahip kim varsa hedef aldı. Kentte ardı ardına cinayetler işlenirken
Hypatia çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Her gün bir çember çizerek; dünyanın,
güneşin, gezegenlerin hareketlerini yeniden hesap ediyor, öğrencilerine “Bizi
birleştiren şeyler ayıranlardan daha fazla; tüm insanlar eşittir, kardeştir…”
tavsiyesinde bulunuyordu.
İskenderiye
Üniversitesi’ni inançsızlığın merkezi olarak gören Hıristiyanlar, Serapis
tapınağı, müze ve dev kütüphanenin yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu.
Kitapların parçalandığı, heykellerin yıkıldığı, insanların öldürüldüğü kanlı
saldırıda yüzyılların bilimsel birikimi de yok edildi. En sevdiğini; babasını
da kaybeden Hypatia, artık yapayalnızdı… Ancak babasına söz verdiği gibi
gerçeği aramaktan asla vazgeçmedi. Hypatia “Dünya hareket ederken daire mi
çiziyor, elips mi, yoksa güneş dönüyor dünya yerinde mi duruyor” diye
düşünürken kötülük yerinde durmuyor, örgütleniyordu…
İskenderiye
Patrikhanesi’nin ise o bilimsel çalışmalarını sürdürürken Hypatia’ya duyduğu
kin her geçen gün artıyordu. Eski öğrencisi olan kent valisinin onun tesirinde
olduğunu ve bu sayede farklı inançların korunduğunu düşünüyordu. Hypatia’nın
öldürülmesi için tezgâh kuruldu. Başpiskopas Kril’in talimatıyla papaz pazar
ayininde bir konuşma yaptı; kadının toplumda olması gerektiği yeri tanımladı
önce, asla bir erkekle eşit olamayacağını, erkeğe akıl veremeyeceğini,
kıyafetlerinden hareketlerine kadar dikkat edeceğini anlattı uzun uzun.
Ardından Hypatia’yı hedef göstererek İskederiye’de haddini aşmış bir kadının
yaşadığını, büyücü, günahkâr bir şeytan olduğunu söyledi. Kalabalık soluğu Hypatia’nın kapısında aldı.
Önce saçından sürüklediler.
Haypatia’yı çırılçıplak soyup en acı şekilde nasıl ölebileceğini tartıştılar;
biri “Taşlayalım”, diğeri “Derisini yüzelim” dedi, öteki ateşe vermekten
bahsetti. Karar veremediler, sırayla hepsini yaptılar…
Tarihte bilinen ilk
kadın matematikçi olan Hypatia’nın yazdığı kitaplar kütüphane saldırısında yok
edildi. Feminist sanata da konu olan Hypatia hakkında çok sayıda roman, Oyun ve
şiir yazıldı… Hypatia’yı “Bağnazlığın masum bir kurbanı” diye tarif eden
Voltaire, öldürülmesini ise ‘sorgulama özgürlüğünün yok ediliş simgesi’ olarak
görmüştür.
Derler ki
Hypatia’nın katli sadece bir bilim insanın ölümü değil daha fazlasıdır;
aydınlıkla karanlığın savaşında bir dönemeç kabul edilir. Hypatia’nın;
insanlığa büyük bir dersi daha vardır; tüm karanlığa inat ‘Göğe bakalım…’ (Yazının selam yolladığım
bölümünden sonrası alıntıdır)