İnsan Toprak ve
Çevre
İnsanın insan olma
süreci ile başlayan ve birisinin diğerinden daha fazla pay almasını sağlayan ve
bu yolu binlerce yıllık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının geldiği nokta
olarak görüyorum. Sanayi devrimi ile hızlanan ve XIX. yüzyılın ikinci yarısında
hızlanan ve insanın ilerlemesi adına başlayan olgu yalnızca insanın insan
üzerindeki ağır baskısını değil aynı zamanda sistematik olarak doğanın
tahribatını da beraberinde getirmiştir. Küreselleşmenin yarattığı olgu son
yüzyılda her türden yağma ve yakım birbirini izledi: Evet bugün hep birlikte
şikâyet ettiğimiz artan çevre kirliliği, tassız tuzsuz yiyecekler hepsi bir
bütünün parçası olarak artan doğa dışı kullanımların bir sonucudur. İnsan yer
yüzeyini kirletmekle kalmadı şimdilerde gelişmiş ülkeler atmosferi de uydu
kirliliğine dönüştürdüğü ifade edilmektedir. Yarın daha büyük acılar yaşamamak
için şimdiden doğa ile barışık yaşanabilir bir çevre hepimizin birlikte karar
vereceği bir olgudur. Bunu gerçekleştirmek bir yönüyle bizlerin elinde
bulunmaktadır.
Toprak
içerdiği su, hava, organizma, organik madde nedeniyle canlı olarak kabul
edilmekte ve canlıların yaşam ortamı olarak da hizmet görmektedir. Toprak
birçok çevresel etkilere karşı tampon görevi görerek zararlı ve zehirli
maddeleri tutup filtre ederek taban sularının temiz kalmasını sağlamaktadır.
Artan oranda kirletici maddelerin yağmur ve sulama suları ile gelmesi sonucu
zamanla topraklar da kirlenmektedir. Toprak yanında başta mantar ve
aktinomisetler gibi mikroorganizmalar doğadaki birçok organik kökenli hatta
inorganik materyalleri de ayrıştırarak çevrenin temizlenmesine ciddi katkılar
sağlayabilmektedirler. Eğer mikroorganizmalar olmasaydı belki de bugün çöp ve
çevresel atık dağlarından geçilmezdi. Doğal olarak ortama salınan kimyasal ilaç
ve toksin materyaller yaralı mikroorganizmaların yaşam alanlarını da daraltması
sonucu doğanın kendi kendini rejenere etmesi de olumsuz etkilenmektedir. Bu
yönüyle canlılığın devamı için vazgeçilmez fonksiyonlar yüklenen toprak insan
için korunması gereken değerli bir varlık olup kirletilmemesi için gerekli
önlemlerin alınması zorunludur. Ayaklarının altındaki toprakları yok olup giden
toplumlar ayakta duramazlar. Bu vatan kaybetmekle eş anlama gelen ulusal
bir felakettir.
İnsanın Yaşam
Yolculuğunda Kat Ettiği Aşamalar
İnsanın insan olma
süreci ile başlayan ve birisinin birisinden daha fazla pay almasını sağlayan ve
bu yolu binlerce yılık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının geldiği nokta
olarak görüyorum. Sanayi devrimi ve buhar makinasının keşfedilmesinden bu yana
200, Wright Kardeşlerin ilk uçak deneyi ile başlayan insanın uzaya açılma
sevdası ancak 66 yıl sonra gerçekleşmiştir. Ve insanoğlu ateşin
icadından bu yana bilim ve teknolojide yaptığı gelişme ve yıkımı, son altmış
yılda ikiye katlamış ve teknik deyimle dünya artık bu yükü taşıyamaz duruma
gelmiştir. İnsanın son 100 yıllık küçük bir noktasal zaman dilimi
içerisinde yaşamı için 10 milyar yıllık ömrünün yarısına gelmiş dünya yaşamını
alt üst etmesi ve hâlâ da bundan vazgeçmemesi dünya gözünden büyük bir
bencillik, aç gözlülük ve haksızlık olarak görülmektedir.
İnsanlar ve tüm
diğer canlılar daha uzun süre yaşamak, ölümlerini geciktirmek için büyük
çabalar harcamaktadır. Bu çabalarında insan aklının ve düşüncesinin günümüze
getirdiği insan hakları ve sürdürülebilir yaşam kavramlarını da doğmuştur.
Bunun için diğer canlıların yaşamlarını inceliyor, ilaç geliştiriyor. Doğal
olarak bunların hepsinin bir bedeli de bulunmaktadır ki çoğunlukla olumsuz
etkiler doğal yaşama zararda verebilmektedir. İnsanın yaşamı kolaylaştırmak,
ömrünü uzatmak için verdiği büyük çabaların sonucunda başta gelişmiş ülkelerin
insanlarına sağladığı daha fazla ilaç, beslenme ve kolaylaştırıcı teknoloji
sayesinde 20-30 yıllık bir daha uzun yaşam olanağı yakalandı. Ancak belirtildiği
gibi doğada ciddi tahribata uğradı. Yine batıda artan çevresel tehditlere karşı
gerek bilim insanları ve gerekse sivil toplum kuruluşları ve gençlik örgütleri
hızla harekete geçerek bilimsel ve sosyal tedbirlerin alınmasına önayak
olmuşlardır. İnsanlığın ortak malı olan ve hepimizin geleceği olan sınırlı
alandaki tarım toprakları mutlaka korunmak zorundadır.
İnsan hakları ve
sürdürülebilirlik her şeyden önce doğuştan sağlıklı yaşam, eğitim eşitliği,
kadın erkek eşitliği, kadınların, çocukların korunması ile başlanmalıdır. Bu
nasıl sağlanabilir? Buna yanıt maalesef bugüne kadar başta Birleşmiş milletler
olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası örgütlerin söylemlerinin ötesine
geçemedi. Sürdürülebilir kalkınma: ‘Herkesin temel gereksinimlerini ve
daha iyi bir hayatla ilgili beklentilerini; gelecek kuşakların da kendi
gereksinimlerini karşılayabilme olanaklarını yok etmeden karşılamak olarak’ tanımlanıyor.
Temel gereksinimlerimizin karşılanması yaşamı uzattığı ve yaşamın niteliğini
arttırdığı doğru. Ancak bu temel gereksinimler nelerdir: İş, barınma, giyim, su
ve besin elementleri nasıl sağlanacak herkese nasıl ulaştırılacaktır. Dünyanın
kuzeyinin hem nüfus kontrolü yüksek hem üretim kapasitesi yüksek ve hem de
ulaşım hızlı bunun tersine güney yarım kürede nüfus fazla, üretim yetersiz
ulaşım ise çağın gerisinde hantal. Bu gün dünyada sürdürülebilir bir yaşam için
gerek ulusal ölçekte gerekse ve özellikle küresel ölçekte kalkınma sınırının
başını ABD ve müttefiklerinin çektiği gelişmiş G-8’ler ve ulusal ölçekte hâkim
sınıflar ve iktidarların yürüttükleri politikalardır. Bütün bunların
yarattıkları etki küresel ekolojideki yansıması ise son fatura
olmaktadır. Sınırlar koymanın ekolojik sınırlara uygun olması
gerektiğini gösteren kanıtlar giderek artıyor. Hava, su, toprak kirleniyor;
küresel ısınma son on yılda en yüksek seviyelere gelmiş durumda. Dünya giderek
ısınıyor, ozon tabakası deliği, asit yağmurları bütün dünyanın tümden artık
yaşanılamaz duruma geldiğini göstermektedir. Yer yüzeyini elinde tutan, yaşam bilinci
ve felsefesiyle akıllı bir biçimde değerlendirmeye çalışan ve zekâsı yani IQ
(Intelligence Quotient)’sü yüksek olan akıllı insanların yaşanılabilir bir
dünya için çabaları bundan böyle duygusal zekânın (EQ-emotional Quotient)
ekolojik konulardaki uygulamalarını ekolojik zekâları (EcoQ-Ecological
Quotient) belirleyecektir. Ya toptan küresel ekolojinin yasalarına uyulacak ya
da toptan yok olmaya doğru gidilecek. Bakalım hangi zekâmız daha üstün
gelecektir. Bu anlamda ekolojik akıl salt her şeye karşı gelmeyi değil ekolojik
akıl ile ekonomik aklı ekoloji sınırlarına çekmek ve sürdürülebilir bir
kalkınma önermektedir. Salt her şeyi kar güdüsüne ve benmerkezciliğe karşı
yönetmemektedir. Bunun için gelişmiş ülkeler kendilerinin kalkınmasını
durdurmaları hatta geriletmeleri, örneğin karbondioksit salınımlarını yüzde 5
azaltmaları gerekiyor. Başını ABD, İngiltere, Kanada, Japonya ve Avustralya’nın
çektiği kalkınmış ülkeler bunu yani kendi kalkınmalarının azalmasını
reddediyorlar ve beraberinde az gelişmiş ülkelerin kalkınmasını pek
istemiyorlar. Çünkü az gelişmişler de gelişmişler kadar kalkınırsa dünyanın
sonu erken gelebilir.
Sınırlı doğal
kaynaklara sahip dünyamızda artan çevre kirliliği faktörleri artık çevreyi
temizlemesini bilen yeni teknolojiler ve politikaları geliştirmek zorundayız.
Plansız programsız, basit kar güdüsü ile hareket etmek yerine doğayı ve insanı
ön plana alan yaklaşımları sürdürülebilir bir yaklaşımla kullanmak daha akılcı
ve zorunludur. Şu ana kadar yok olan ormanların, kirlenen suların ve katledilen
torakların geri gelemeyeceği gerçeğinden hareketle en azından bundan sonrası
için, geriye kalanların da yerinde korunması geliştirilmesi sürdürülebilirlik
ilkesi içerisinde yaşatılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Koruma bilinci
ile çevre sorunlarının ortaya çıkmadan önlenmesi, ekosistemlerin sahip olduğu
biotik ve biotik olmayan unsurlarının nitelik ve niceliklerinin korunarak,
sürdürülebilir şekilde yaşatılması bütün dünyada çevre faaliyetlerinin temel
amacı haline gelmiştir.